Popüler Yayınlar

30 Haziran 2012 Cumartesi

Hilton’daki Muhteşem Düğünle Akyürek ve Sönmez Aileleri Akraba Oldular…














Mersin’in tanınmış Sanayici Ailelerinden Akyürek’lerle yine İş ve Hukuk Dünyasının tanınmış ailelerinden Sönmez’ler, Mersin Hilton-Sa Oteli’nde geçtiğimiz akşam düzenlenen muhteşem düğünle dostluklarını pekiştirerek akraba oldular.
Mersin’in ünlü Avukatlarından ve Mersin Vatan Gazetesi Hukuk Müşaviri Avukat Mehmet Hayri Sönmez’in yakışıklı kardeşi İş Adamı Ahmet Sönmez, Sanayici Yürek Ailesi’nin güzel kızı Fulya Akyürek’le düğüne katılan davetliler huzurunda kıyılan nikahla yaşamlarını birleştirdiler.
Nikah Şahitliğini Avukat M. Hayri Sönmez’ le aynı ismi taşıyan Amcası iş adamı M. Hayri Sönmez ve Ö. Faruk Yaşaroğlu yaparken Mezitli Belediye Başkanı Uğur Yıldırım adına Nikah memuru Aysun Emiroğlu kıydı.
Genç çiftlerini nikahına Mersin Ticaret Borsası Başkanı Ö.Abdullah Özdemir yurt dışında olduğu için katılamadığından dolayı kocaman bir çiçek göndererek gençleri kutladı.
Geceye çok sayıda iş adamı katıldı.En ilgi çeken isim Engin Tan Narin ve Akyürek’lerin kurum Doktoru Selahattin Palamut oldu.
Gece sanatçı Gülay’ın seslendirdiği şarkılar ve çekilen halaylarla neşe içerisinde son buldu.

23 Haziran 2012 Cumartesi

Mersin Devlet Hastane’sinden, Geleneksel 2.Bahar Konseri…





Mersin Devlet Hastanesi’nin geleneksel olarak her yıl düzenlediği ‘’Bahar Konserleri’’nin bu yıl ikincisi gerçekleştirildi.. Türk Sanat Müziği ve Musiki’mizi sevdirmek adına böyle bir etkinliği gerçekleştiren, Mersin Devlet Hastanesi başhekimi Yavuz Gözükara ve yetkililer oldukça mutluydular.
Mersin Devlet Hastanesi , konferans salonunda geçtiğimiz günlerde, düzenlenen etkinliğe katılanlar arasında şu isimler göze çarptı. Mersin Vali Yardımcıları Hüseyin Parlak ve Metin Borazan, Mersin İl Müftüsü Ali Melek,Akdeniz Kaymakamı Zeki Arslan, TRT Çukurova Radyosu Müdürü Muhammed Dut,Hastane’nin eski Başhekim’lerinden Şair-Yazar-Bestekar Dr.Yılmaz Aksoy, Hastane Müdür Yardımcısı Ali Bozkurt,Doktorlar ve çok sayıda personel katılarak ayrı bir renk kattılar.
Başhekim Dr. Yavuz Gözükara ‘’Hastanemiz bir çok sosyal faaliyete imza atmaya devam edecektir’’dedi.

20 Haziran 2012 Çarşamba

Şehitlerin Acısı Unutulmuyor...


Türkiye Harp Malulü Gaziler, Şehit Dul ve Yetimleri Derneği Mersin şubesi yaşanan üzücü terör olayları nedeni ile basın açıklaması yaptı.Aynen yayınlıyoruz:


19 HAZİRAN 2012 günü Hakkari’nin Dağlıca bölgesinde eli kanlı bebek katillerinin yapmış olduğu hain saldırı sonucu 8 askerimiz şehit olmuş, 16 askerimiz ise yaralanmıştır.

Türk Milletini derinden yaralayan bu saldırı hepimizi acıya boğmuştur. Bu saldırıyı yapanları, bunlara destek olanları ve bu örgütleri kullananları şiddet ve nefretle kınıyor, Şehit Ailelerine başsağlığı yaralı gazilerimize de acil şifalar diliyoruz.

Eli kanlı terör örgütünün saldırıları Türk milletiyle birlikte Şehit Aileleri ve Gazilerimizin sabrını çatlatmıştır. Başsağlığı ve sabır dilekleri yerine; bu hainlere ve destekçilerine en sert şekilde cevap verilmelidir.

Terörün çözümünü ; ağızlarını her açtıklarında, demokrasiden, insan haklarından, haktan hukuktan bahseden ancak insanlıktan nasibini almamış etrafına kin, nefret ve kan kusan ne olduğu belli olmayan mahlûklar ile destekçilerinde arayan siyasiler, kanunlarla eli kolu bağlanmış, insan hakları ve demokrasi adına her türlü yetkileri ellerinden alınmış güvenlik kuvvetlerine bırakanları da şiddetle kınıyoruz. Emir verildiğinde dünyayı yakıp yıkacak olan Mehmetçik neden bu hainleri inlerinde vurmuyor da savunmada kalıyor.

İsrail bir askerine karşı bin Filistinli ile takasa girebiliyorsa bizim bunca şehidimize karşılık bu vatan haini satılmış köpekler ile destekçilerinin başlarına dünyayı yıkmıyoruz.?

Gün geçmiyor ki, yeni şehit haberleri geliyor ve yıkılmadan ayakta kalmaya devam ediyoruz. Ama bu gidişata dur diyecek mekanizmalar, bu hainleri, elebaşlarını ve destekçilerine verilebilecek en ağır cezayı vermek ve dökülen kanlarımızın hesabını sormak zorundadırlar. Bu hesabı sormanın ve soramamanın bahanesi olmamalıdır. Çünkü terörle mücadele edenler mayına basarım, pusuya düşerim sonucunda şehit olur yada yaralanabilirim diye hiçbir bahaneye sığınmadan canlarını ortaya koydular. Halen de hiçbir bahaneye sığınmaksızın terörle mücadeleye devam etmektedirler.

Teröre karşı devletin gücü ve ağırlığı gösterilemezse ya da hissettirilmezse; vatandaşlar kendi ağırlığını ortaya koymaya kalkacaktır. Devlet terörü durdurma işini Türk Milletine havale etmemelidir.

Analar ağlamasın diye açılım işine girildi. Ama karşımızdaki hainler ve destekçileri ana sevgisinden ne anlar ki; bizler anlamadıklarını ve anlamayacaklarını çok iyi biliyorduk. Onlar sadece ve sadece kandan anlarlar. Doğru analar ağlamamalı, peki neden ağlayan yine bizim analarımız oldu.

Bağımsızlığımız, vatanımızın bölünmez bütünlüğü, bayrağımızın sonsuza kadar dalgalanması ve Cumhuriyetimizin bekası için, inançları uğruna görevlerini yerine getirirken canını ortaya koyan kahraman şehitlerimiz, siz merak etmeyin her şeyin hesabı er geç sorulacaktır.
Tüm kamuoyuna saygılarımızla bildirilir.

Cengiz SEVİNÇ
Şube Başkanı

19 Haziran 2012 Salı

Mersin Yenişehir HEM’ den Ahşap ve Rölyef Boyama Sergisi…





Bütün Eğitim ve öğretim dönemi boyunca ,Yenişehir Halk Eğitim Merkezi tarafından verilen Ahşap, Rölyef, Ahşap boyama, Yağlı Boya kursiyerlerince yapılan el emeği ve göz nuru ürünler , Yenişehir HEM Sergi salonunda sergilendi.
Serginin açılışını Mersin Yenişehir Halk eğitim merkezi Müdürü M. Adnan Aydın, eski Müdür şimdilerde Mezitli İlçe Gençlik ve Spor Müdürü İrfan akar birlikte yaptılar.
Kursiyerle birlikte , Ahşap Rölyef Kursu Öğretmeni İlknur Ata, Ahşap boyama Öğretmeni Aysun Boylu , Yağlı Boya Öğretmeni İlknur Çirpik’te yetkililere çalışmalar hakkında bilgi verdiler.El emeği ve göz nuru olan ürünler geniş bir katılım gösteren izleyenler tarafından oldukça beğenildi.
Ahşap Rölyef Kursu Öğretmeni İlknur Ata yapmış olduğu açıklamada şunları söyledi ‘’ Hepinizinde segimizi izlediğinde görülen el emeği ve göz nuru çalışmaları krusiyerlerimizle birlikte yoğun bir çalışmanın neticesinde gerçekleştirdik.Bizi yalnız bırakmayan değerli müdürlerimize ve buraya kadar gelerek yalnız bırakmayan tüm sanat sever insanlarımıza saygılarımı sunuyoru’’ dedi.
Daha sonra eserleri sergiye çıkan kursiyerlerin isim listesini şu şekilde sıraladı:
Macide Uysal,Aysel Özdemir,Fatma Topçu, Seval Yıldırım, Hatun Aslan, Şerife Göç, Gümüş Sular, Semra Dönertaş, Beyhan Akkılıç, Kıymet Uygur, Esin Söztanacı, Seval Çalışkan, Filiz Akın, Nazire Bayram ve Zehra Ocar…
Sergide muhteşem tablolar, taş bebekler,duvar süsleri oldukça beğenildi.

13 Haziran 2012 Çarşamba

SGK İZMİR MÜDÜRÜ MUSTAFA KESKİN’DEN EGE İHRACATÇI BİRLİKLERİ’NE VEDA ZİYARETİ



Sosyal Güvenlik Kurumu İzmir İl Müdürlüğü görevinden ayrılan Mustafa Keskin, Ege İhracatçı Birlikleri’ne “Veda Ziyareti”nde bulundu.

Mustafa Keskin’in İl Müdürlüğü döneminde, Ege İhracatçı Birlikleri ile Sosyal Güvenlik Kurumu’nun arasındaki işbirliğinin daha da arttığını belirten Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Mustafa Türkmenoğlu, Keskin’in hizmetlerinin ihracatçılar tarafından takdirle karşılandığını ve unutulamayacağını ifade etti.

Ege İhracatçı Birlikleri’nin uzun yıllardan beri İzmir Vergi Dairesi Başkanlığı, İzmir Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürlüğü ile Ege İhracatçı Birlikleri üyelerinin sorunlarının çözümü için periyodik toplantılar yaptığına işaret eden Türkmenoğlu, “Bu periyodik toplantılarımızı Sayın Mustafa Keskin’in İl Müdürlüğü döneminde Sosyal Güvenlik Kurumu ile de gerçekleştirmeye başladık ve üyelerimizin sorunlarının çözümüne yönelik çok verimli toplantılar gerçekleştirdik. Sayın Keskin, ileriye dönük çok güzel bir miras bıraktı” diye konuştu.

SGK İzmir İl Müdürü Mustafa Keskin’in Ege İhracatçı Birlikleri’ne “Veda Ziyareti”ne, Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Mustafa Türkmenoğlu, Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkan Yardımcısı Sabri Ünlütürk, Ege Demir ve Demirdışı Metaller İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Halil Şahin ve Ege İhracatçı Birlikleri Genel Sekreteri Sezmen Alper katıldı.

11 Haziran 2012 Pazartesi

10.Türkçe Olimpiyatları Mersin'de Heyecan yarattı.









Uluslar arası Türkçe Derneği’nin ,bu yıl 10.cusunu düzenlediği ve 135 Ülkeden yaklaşık 1500 kişinin katıldığı ‘’ Mersin Türkçe Olimpiyat ‘’ gecesine yoğun katılım oldu.
Mersin Tevfik Sırrı Gür Stadında , on binlerce kişinin katılım gösterdiği ve stadın yanı sıra şehrin muhtelif yerlerine kurulan dev ekranlarda izleme olanağı bulan yetmiş bin kişinin heyecanı izlenmeye değerdi.
Mersin’de gerçekleşen geceye Mersin Valisi H.Basri Güzeloğlu , İl Emniyet Müdürü Arif Öksüz, Mersin Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Erol Ertan, AK Parti İl Başkanı Merter Salt, Eski İl Başkanı Ali Kılıç, Mezitli Belediye Başkanı Uğur Yıldırım,Akdeniz Belediye Başkanı M. Fazıl Türk,Tarsus Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz, MTSO Başkanı Şerafettin Aşut, Eğitim Vakfı Başkanı İbrahim Kiper, MERYAP Başkanı Nesim Ekinci, MESİAD Başkanı Ahmet Akkurt,MESİAD Başkan Vekili Bedrettin Gündeş,Coşkun Doğmuş ve Olimpiyat’ın ‘’ Altın Sponsoru’’ Arbel Şirketler Grubu Başkan Yardımcısı Hasan Arslan geceye ailesiyle birlikte katılarak ayrı bir renk kattılar.
Gecede Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Macit Özcan’ın da sevdiği şarkılardan olan ‘’Sevemedim Kara Gözlüm’’ü Kenyalı konuk seslendirdi.Bu arada şehir dışında olan Başkan Özcan’ı gözler aradı.

İNŞAAT MÜHENDİSLERİ MERSİN ŞUBESİ ,YENİ YÖNETİM BİNASI HİZMETE GİRDİ…







Mersin Valisi Hasan Basri Güzeloğlu, doğal afetlere dayanıklı yapılar yapmanın şart olduğunu belirterek, bu konuda Valilik olarak gereken katkının verileceğini söyledi.

Vali Güzeloğlu İnşaat Mühendisleri Odası Mersin Şubesi’nin yeni yönetim binasını hizmete açtı. Merkez Yenişehir ilçe sınırları içerisinde bulunan binanın açılışına Mersin Milletvekili İsa Gök, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanvekili Erol Ertan, İl Emniyet Müdürü Arif Öksüz, İlçe Belediye Başkanları, İnşaat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Taner Yüzgeç ve diğer illerden gelen oda başkanları katıldı. Kurdele kesim töreninin ardından konuşan Vali Güzeloğlu, kentleri tanımlarken sosyal dokuların ve ortaya konulan çalışma alanlarının önemsendiğini kaydetti. Kamu yöneticiliği hayatı boyunca yapı alanında hep işlevsellik-fonksiyonellik ve estetik kavramlarına vurgu yaptığının altını çizen Valimiz, “Söz konusu kavramlar birleştirildiği zaman ortaya mükemmellik çıkar. Bu noktada iki kavramın bir arada olduğu yapı örneklerine pek sahip değiliz. Mersin’de göreve başladığım zaman, dünya ilişkileri ile önemli bir kent haline gelmiş bir kentin Valilik binasını görmeyi bekliyordum. Mevcut Valilik binası arkasında bulunan ve kısa bir süre önce İl Sağlık Müdürlüğü olarak hizmet veren tarihi Valilik binasını restore ediyoruz. 130 yıla yaklaşan geçmişi bulunan; Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün 3 kez ziyaret ettiği ve Kurtuluş Bayrağı’nın balkonundan çekildiği bu binamız, 2013 Ocak-Şubat ayında tamamlanarak tekrar Mersin Valiliği olarak hizmet verecek. Restorasyon işlemi tamamlandığında bugünkü Valilik binasını yıkarak o tarih kokan eserin önünü açacağız ve Mersin için değer olarak eski Valilik binasını tekrar ortaya çıkaracağız. Mersin’e biraz daha geç gelseydik bu bina tarihe yolcu edilebilirdi” dedi.

“DOĞAL AFETLERE DAYANIKLI YAPILAR YAPMAMIZ ŞART”

Bir sosyal bilimcinin ‘Kentlerin tarihi tanıkları yapılar ve binalardır’ şeklinde söylemde bulunduğunu aktaran Vali Güzeloğlu, “’Tarihe tanıklık eden kaç binamız var’ diye sormamız gerek. Yani yapılacak olan yapıları inşa ederken de bunu düşünerek hareket etmemiz gerekmektedir. Geçtiğimiz günlerde Şanlıurfa Göbeklitepe’de yapılan kazılarda 12 bin yıllık yazılı bir eser bulundu. Bizlerin bugün inşa ettiği yapıdan 10 bin yıl sonrasına ne kalacak ve bizi nasıl anlatacak? Bu soruları sormamız gerekmektedir. Tüm bunların yanında doğal afetlere dayanıklı yapılar yapmamız şart. Bu konuda Valilik olarak üzerimize düşeni yapmaya hazırız” diye konuştu.

İnşaat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Taner Yüzgeç ve Mersin Şube Başkanı Veysel Özkan ise odanın kurulduğu günden bu yana toplumun güvenliği için faaliyet gösterdiğini kaydettiler.

Mersin Valisi Güzeloğlu,konuşmaların ardından binanın yapımında emeği geçen ilçe belediye başkanlarına plaketlerini verdi.

9 Haziran 2012 Cumartesi

Yabancı Konuklar, Mersin Liman İşletmesini gezdiler.





Bu yıl üçüncüsü Mersin’de düzenlenen ‘’Üçüncü Akdeniz Ticareti ve Liman Kentleri kongresi’’ nedeni ile Mersin’de bulunan yabancı konuklar,Mersin Uluslar Arası Liman İşletmesi(MIP)ni ziyaret ederek yetkililerden çalışmalar hakkında bilgi aldılar.

Ziyaret dolayısıyla Mersin Limanı İdari Binasının önüne gelen konukları, MIP Genel Müdürü John Plihips, Genel Müdür Yardımcısı İsmail Hakkı Tas,Basın ve Halkla ilişkiler Müdürü Sevda Onbaşılı ve diğer yetkililer karşılayarak iyi bir ev sahipliği örneği sergilediler.

Mersin Limanında incelemelerde bulunan konuklara daha sonra kokteyl verildi.

Yabancı Konuklar, Mersin Liman İşletmesinden olumlu izlenimlerle ayrıldılar.

8 Haziran 2012 Cuma

Ak Parti Mersin Adaylarından Çöllüoğlu ''Kazanan Partimiz olacak''dedi.


16 Haziran tarihinde yapılacak olan, Mersin AK Parti İl Başkanlığı seçimi öncesi adayların gövde gösterileri de hız kazanmaya başladı.
Genç ve dinamik adaylardan İrfan çöllüoğlu, İl Başkanlığı binası önünden basına ve kalabalık partili topluluğuna hitaben şunları söyledi :
Mersin’inin güzel insanları, kıymetli hemşerilerim, bu ılık akşamda Mersin’in dört bir yanından gelerek, bu kutlu yürüyüşümüzde bizleri yalnız bırakmayan siz değerli dostlarımıza hoş geldiniz diyorum.
Çamlıyayla’da, Tarsus’ta, Erdemli’de, Silifke’de, Mut’ta, Akdeniz, Toroslar, Yenişehir, Mezitli, Aydıncık, Gülnar, Bozyazı, Anamur’da bulunan bütün yol arkadaşlarım, büyüklerim, kardeşlerim, Mersin’in yarınları için oldukça anlamlı olan bu buluşmaya geldiğiniz ve bizlerin yanında yer aldığınız için can-ı gönülden teşekkür ediyorum.
Mersin, ince uzun bir şehir, bizim yolumuz da Aşık Veysel’in dediği gibi
Mersin, ince uzun bir şehir, bizim yolumuz da Aşık Veysel’in dediği gibi “Uzun, ince bir yol, gidiyoruz gündüz gece”…
10 yılı aşkın bir süredir mensubu olmaktan gurur duyduğum Ak Parti Mersin ailesinin kıymetli mensupları, yıllar içinde beni bağrınıza bastınız, baş tacı ettiniz, onurlandırdınız, evinizin bir evladı gibi gördünüz. Sizin için neler yapılsa azdır, size olan minnettarlığımı anlatmaya kelimeler kifayet etmez.
16 Haziran günü yapılacak olan İl Kongresinde Mersin İl Başkanlığına aday olduğumu sizlerin şahitliğinde burada tekrar duyuruyorum.
Gücünü sadece ve sadece milletten alan AK Parti, durmadan yılmadan bu ülkeye nasıl hizmet ediyorsa, biz de gücümüzü sadece sizlerden alarak bu şehre hiç durmadan, yılmadan hizmet etmek için bu yola çıktık.
Bu göreve talip olurken, bütün zorlukların ve imkânsızlıkların farkında olarak yola çıktık. Anamur’dan Çamlıyayla’ya kadar partili, partisiz herkesle istişare edilerek çıkılmış bu yolun sonu hiç şüphesiz aydınlık olacaktır.
Samimiyetinden, adanmışlığından, vefasından zerre miktarı şüphe duymadığım, tercihini her zaman haktan ve haklıdan yana kullanmış AK PARTİ’yi bu şehrin ve bu ülkenin en etkili, en güçlü ve en saygın partisi haline getiren değerli arkadaşlarım:
Sizlerle burada buluşmanın, aynı yolun yolcusu olmanın, aynı değerlere bağlanmanın, aynı siyasi ve sosyal idealleri paylaşmanın benim için tarifi mümkün olmayan bir mutluluk ve onur kaynağı olduğunu hepinizin bilmesini istiyorum.
Değerleri olmayan, idealleri olmayan, ahlaki amacı olmayan bir siyaset tarzı bizim kitabımızda yer bulamaz. AK PARTİ insan odaklı siyasetin yegane adresidir. Bizler de partimizin bu temel anlayışı ile hareket etmek durumundayız.
Şunu hepimiz iyi biliyoruz ki AK PARTİ, bu ülkenin geleceği ile ilgili idealleri olan, bu konuda söyleyecek çok sözü, gücü, birikimi ve projesi olan bir partidir.
Ülkemizde bir taban hareketi olarak ortaya çıkan partimiz, gönüllere hitap ederek "önce insan, önce insan, önce insan" anlayışıyla gece gündüz çalışarak büyümüş ve büyümeye devam etmektedir.
Emekle, çileyle, fert fert büyümemizi sürdürürken Mersin’in siyaset zemininde derin izler bırakarak yolumuza devam edeceğiz.
Şahsım ve ekibimle birlikte "İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır" anlayışını içeren kültür ve medeniyetimizi referans alarak bu mücadelemizi sürdüreceğiz.
Belli fikirlerin ve kişilerin etrafında kümeleşmiş, onları istismar ederek siyaset yapmaya ve yapanlara karşı durarak bu şehrin tüm renklerini zenginliğimiz olarak paydaşlık zemininde buluşturacağız.
Misyonumuzun ve vizyonumuzun temelini oluşturan "insanı öncelemek ve insana dair herşeyi önemsemek" anlayışıyla Mersinimiz için ve geleceğimiz için, çocuklarımız için bu şehirde Ak Partiye eğreti bakanlara yeni bir tercih sunacağız.
Herkes şunu bilmelidir ki, biz, Ak Partinin bu şehirdeki varlığını güçlendirecek ve tarihe not düşecek yeni projelerin ve çözümlerin peşinde koşacağız. Çünkü Mersin'i Anamur’undan Çamlıyayla’sına kadar tanıyoruz. Çözüm üreten ve çözüme ortak olan katılımcı ve şeffaf bir yönetim anlayışıyla bu şehrin bütün dinamiklerini harekete geçirerek bu şehrin çehresini değiştireceğiz. Değerli dostlarım, bizler;
Bu şehirde;
Mevlana’ya kulak vereceğiz, “gel, ne olursan ol, yine gel” diyeceğiz.
Hacı Bektaş’ı Veli’ye kulak vereceğiz, “Bir olalım, iri olalım, diri olalım” diyeceğiz,
Pir Sultan Abdal’a kulak vereceğiz, “gelin canlar bir olalım” diyeceğiz,
Yunus’a kulak vereceğiz, “gelin tanış olalım” diyeceğiz.
Bugün burada partimizin bu günlere gelmesinde kurucu il başkanımızdan şu andaki mevcut başkanımıza kadar partimizin her türlü kademesinde emeği geçen tüm teşkilat mensuplarına huzurunuzda yürekten teşekkür ediyorum.
16 Haziran günü değerli delegeler sandığa giderek, mührü eline almış ve son sözü söylemiş, son kararı vermiş olacak. Bütün tartışmalara soru işaretlerine tereddütlere net olarak son noktayı koymuş olacaklar.
Tüm samimiyetimle ifade etmek istiyorum ki 16 Haziran 2012 günü AK Parti Mersin İl Başkanlığı seçimlerinin kazananı hiç ama hiç şüphesiz Mersin olacaktır, Mersinliler olacaktır.
Yolumuz açık, hizmetlerimiz bereketli, Allah yar ve yardımcımız olsun.

6 Haziran 2012 Çarşamba

KİME NE DİYEYİM...


Okullarda kulak çekmenin, karakollarda adam dövmenin yaşandığı dönemlerdi. İşte o dönemlerden bir yaz mevsimi... Kapıların, pencerelerin açık bırakıldığı Çukurova'nın yapış yapış terinin bunalttığı sivrisineklerin cirit attığı bir gece. Evimizin yanık kapı ve pencerelerini sırtına kadar açık bırakıp yattığımız gecelerden biri.
Zihinsel yetersiz çocuğumun daha bu sabah yuttuğu çivinin, çıktı-çıkacak diye yolunu gözlediğimiz sıkıntılı paslı pisli bir gece…
Kenar mahallede, avlusu geniş bir yer evinde oturmaktayız. Bu avluda yan yana sıralanmış, tuvaleti ortak, her biri bir buçuk gözden oluşan dört evin en karanlık, en havasız, en kuytu olanında çilemizi çekmekteyiz. Akşam - sabah içimize çektiğimiz tuvalet kokusu burnumuzun direğini eritecek düzeydeydi. Üstelik gündüz boyunca güneşin ısısını depolayan damımız, sabaha kadar bu ateş topunu üzerimize püskürtüyordu.
Evimiz, aynı zamanda bir hayvanat bahçesini andırıyordu. Karıncalar, sivrisinekler, karasinekler, hamamböcekleri, sümüklüböcekler, sıçanlar, cardonlar hatta yılanlar, hayvan severliğimizi sezinleyip bizi terk etmeyenlerdendi. Horozu, tavuğu, kediyi, köpeği saymıyorum. Hepsi neyse de, ya şu uğur böceğine ne demeli? Hiç ismiyle bağdaşır tarafını göremedim.
Son beş yılın ağır yükü beni, eşimi ve diğer iki çocuğumu bir yoldüzer gibi ezmiş, hayatı çekilmez duruma getirmişti. Veresiyesi olmayan bir cehennem hayatıydı bizim yaşantımız. Dayanma gücümüz kalmamış, bir çöl ortasında suya hasret, denizde ufacık bir karaparçası arayan umarsız insanlar gibiydik.
İşte o gece! Çocukla ilgilenme nöbetini eşime devredip uyumaya çalıştığım gece!
Sıcakta, bu sivrisinek gürültüsünde de yatılmıyor ki. Çarşafı başıma geçirip uyumaya çalıştım. Uykumun en tatlı anında, gecenin bir buçuğunda eşim beni kaldırdı. Nöbeti bana devredip yatarken her zamanki tembihini yineledi: “Aman ha aman! Çocuk uyumadan yatma!”
Evde çocuğun yattığını görmeden uyumak bir felaketler zincirine davetiye çıkartmaktan başka bir şey değildir. Nasıl olmuş, neden olmuş bilmiyorum; çocuktan önce uyumuşum.
Gecenin üçünde bir korkuyla treninde uyuyan makinist gibi sıçradım. Çocuğumun yatağı boştu. Korku ve endişeyle diğer odaya geçtim. Yok! Kanepelerin altında da yok… “Allah’ım bu çocuk bu saatte nerede olabilir?” Eşim de uyanmıştı. O ağlıyor, bense onu yatıştırmaya çalışıyordum. Dışarıya çıktık. Gürültümüze komşularımız da uyandı. Çevreye baktık; Yok! Yok! Yok!
Hemen, karakolun yolunu tuttum. Sokaklarda köpeklerle kavga ederek gidiyorum. Gecekondu evlerinin sıkıştırdığı bu yarı aydınlık sokaklarda ayak seslerim beni ürkütüyordu. Bu saatte beni karakol yollarına düşüren kaderime isyanım büyüyor; isyanımı, kinimi, nefretimi ağzımda çiğniyordum. Kime ne söyleyeyim? Kimden hesap sorayım? İsyanım devlete mi, topluma mı, kendime mi, inandıklarıma mı? Bilemiyorum…
Gözümdeki yaşları kolumla sildim. Bu bitkinliğimle, bu ruh halimle karakolun önünde buldum kendimi. Sandalyelerini duvara yaslamış polislerin tam ortasındaydım. Biri parmaklarını oynatarak:
— Buraya gel, buraya gel, dedi.
Boynu bükük durumda tam önüne gittim. Hazır ol vaziyetinde durdum.
— Ne var söyle bakalım!
— Efendim, beş yaşlarında çocuğum kayıp. Onu arıyorum. Burada mı acaba?
Komiser olduğunu anladığım bu kişi sinsice alt dudağını şekilden şekle sokarak ısırdı. Bana yanıt vermeden ekip arabasının yanında ayakta duran bekçiye seslendi.
— Ali Efendi, o çocuğun babası geldi. Arkadaşı al, içeriye götür; çocuk kendinin mi bir baksın.
Bekçi sanki önceden senaryosu konuşulmuş oyunun bir parçasını oynar gibi hiç soru sormadan yanıt verdi.
— Olur, Başkomserim; baktırırım.
Beraber karakolun içine girdik.
Bekçiye yavaş acınmalı bir yaklaşımla seslendim.
— İnşallah odur.
Sert ve kasıntılı bir sesle yüzüme bakmadan yanıt aldım.
— Ben bilmem, orasını sen bileceksin.
— Sizi epey yormuştur, size bayağı eziyet vermiştir efendim.
Sözlerim boşlukta kalmıştı. Bekçiden yanıt gelmedi. Uzunca koridoru yürüdükten sonra, sola döndük, biraz daha gittik, karanlık bir bölüme vardık. Bizim avludan daha pis kokan bu karanlık yerde çocuğumun olma olasılığına yüreğim nasıl dayansın. Ama buna da şükredecektim. Yeter ki bulunsun...
Açık demir kapının yanına geldiğimizde, bekçinin aniden sırtımdan itelemesiyle kendimi nezarethanenin içerisinde buldum. Ardından büyük demir kapının kapandığını duydum. Sonra bekçinin hayaletinin oradan uzaklaştığını ayak seslerinden anladım. Şaşkınlıkla arkasından bağırdım.
— Ali Bey! Ali Bey! Komiseri yanlış anladın. Biz çocuğa bakacaktık...
Bir müddet bağırdım. Sesim karanlık koridorlarda yankılandı durdu. Sesime yanıt veren olmadı.
Gözüm karanlığa alışmıştı. Aklımı toparlamaya çalıştım. “İnsanoğlu bir kuş misali(!)” dedim. Az önce evimde yatıyordum. Şimdi nezarethanedeyim. Yok yok! Şimdi kendimi düşünme zamanı değil. Çocuğumu düşünmeliyim. Şimdi öfkelenme sırası değil. Yüreğimin sesini, yüreğimin acılarını dinleme zamanı değil. Aklım, yüreğimin önüne geçmeli; çocuğumu düşünmeliyim. Allahım! Şimdi yavrum kim bilir nerelerde; bir bahçeye girdi de kendisi için bir dolambaçtan farksız olan o yerde dışarıya çıkmak için dolanıp duruyor mu, yoksa asfalta çıktı da hızla bir araba mı gelip çarptı? Belki de cesedinin üzerinden kamyonlar gelip geçiyordur…
Zavallı çocuğum dünyaya geldi geleli hep çile çekti. Üstelik bizden yediği dayaklar da cabası. Yuttuğu çivi ne oldu? Çıktı mı acaba! Kim bilir nasıl ağlıyordur şimdi!
Talihsiz çocuğumuzun başına neler gelmemişti ki… Bir zaman da benzin içmişti. O günler neler çekmiştik. Üç gün komada kalmıştı. Bir ay önce evimizi yaktığı gün çok dövmüştüm, sonra pişman olmuştum. Kaç gece ağlayıp durmuştum. Zavallının elinde değildi ki... Ya duvardan düşüp iç kanama geçirdiğinde… O dayak olayı karşıma hep dikilip durdu. İnşallah bu çividen de kurtulacaktır. Hele bir bulunsun… Bu defa kesinlikle dövmeyeceğim.
Demir kapının parmaklıklarından tutup sallamaya uğraştım. Ne de sağlammış şu kapı… Gözlerim karanlıkların içini arıyor, kulaklarım bir ses bekliyordu. Sanki karanlık denizinde umarsızlığa kulaç atıyordum. Oysa karanlık, sonsuzluğu bile boğacak kadar derin ve büyüktü. Takatim kalmamıştı. Vazgeçtim. Bir köşeye çöktüm. Avcısına yakalanmış bir ceylan gibi boynumu büküp, donuk gözlerle karanlığa öylece bakakaldım.
Bekçinin kapı önünde durmasıyla irkildim. Kapıyı açtı ve azarlarcasına: “Yazıklar olsun size! Bir çocuğa bakamıyorsunuz! Gel bakalım benimle!” demez mi?
Ben şimdi bu adama ne diyeyim! Hiçbir söz, yüreğimin bütün hücrelerine kadar girmiş kin ve nefret duygularımı yansıtamazdı. Hem kendime söz vermiştim; aklımı dinleyeceğim diye. Şu anda tek düşüncem, tek kaygım zavallı çocuğumdu. Hiçbir şey söylemeden peşine düştüm, caddeye çıktık. Bekçi sesini kalınlaştırarak seslendi.
— Bak bakalım; seninki mi?
Ekip arabasına baktım, içerisinde yatan benim çocuğumdu! Zavallıcık, bir suçlu gibi ellerini bacaklarının arasına saklamış, ayakkabıları ayağında, her şeyden habersiz iki büklüm yatıyordu. Talihsiz yavrumun bu saatlerde yatağında olması gerekirken ekip arabasında olması; yüreğimin tarifi mümkün olmayan acılarla dolmasına neden oldu. Kaderimizin yazıldığı defteri bulsam, paramparça edecektim. Eğilip çocuğumu alıyordum ki komiser çağırdı. Yanına gittim: “Buyurun,”dedim.
— Sen ne iş yapıyorsun bakalım?
— Demiryollarında geçici işçiyim.
— Hım… Anlaşıldı. Peki, bu saate kadar neredeydin?
— Evdeydim efendim.
— Yani sen şimdi bu gece hep evde miydin?
— Evet başkomserim, evdeydim. Yatmıştık, bir ara kalktığımda çocuğumun evde olmadığını fark ettim. Sonra buraya geldim.
— Allah Allah! Yahu biz de; bu çocuğun babası kim bilir hangi pavyonda âlem yapıyor, biz de adamın çocuğunu avutuyoruz, dedik.
— Hayır efendim! Ne pavyonu! Ben kim, pavyonda eğlenmek kim! Pavyona verecek param olsa önce yanık kapılarımı pencerelerimi yaptırırım.
— Peki, bu çocuk nasıl çocuk? Hiç durmuyor.
— Komiser Bey, bu çocuğum zihinsel engelli.
— Zihinsel engelli ha! Yoksa menenjit mi geçirdi? Hele… Bir anormallik vardı. Arkadaş hiç mi durmaz bu çocuk, hiç mi susmaz; Allah yardımcın olsun. Biz de yemin etmiştik; bu çocuğun babası gelince döveceğiz diye. Demek çocuk özürlü ha!
— Evet, öyle. Ne yapalım? Alnımızın yazısı…
Komiser üzüntüsünden ne söyleyeceğini şaşırmış olacak ki bir an duraklayıp;
— Demek özürlü ha! diye yineledi.
Ayağa kalkarak ellerini ceplerine soktu, önümüzde gezinmeye başladı. Öylece komiseri izliyorduk. Ara sıra da sesi kulaklarımıza geliyordu.
— Demek özürlü ha!
Birdenbire komiserimizin mat gözlerinde puslu bir ışık belirdi. Bu ışığı sanki saklamak istercesine bir de ıslak bir tabaka indi gözlerine. Saklanması gereken bu ışıklar şimdi daha keskin bir hal almıştı. Gözyaşları duyguları saklayamaz derlerdi. Demek ki doğruymuş. Oysa daha fazla kendini ele vermek de istemiyor, ağlamamak için olanca gücüyle direniyordu.
— Arkadaş bize de hak ver, diyebildi titreyen dudakları. Bir türlü durmuyordu. Onu ekip arabasıyla biraz dolaştırdık. İner inmez yine başladı ağlamaya. Acaba ev ortamında durur mu dedik; karşıda memurumuzun evine gönderdik. Orada da durmamış; vazoyu kırmış, ortalığı birbirine katmış, altına pislemiş.
Titrek sözleri birdenbire boğazında düğümlendi. Şimdi nemli, acıyan gözleriyle beni süzüyor; anlamlı bir şekilde başını sallıyordu. Artık komiserin içinden geçeni, duymasam bile ben de biliyordum: Demek özürlü ha…
Komiserimiz kendini toparlayıp devam etti.
— Nerden bulmuşsa bir çiviyle de mobilyaları çizmiş; mahvetmiş ortalığı. Beyim kusura bakma ne olur! Çok üzüldüm. İnan ki çok üzüldüm. Böyle olduğunu bilemezdim.
Komiserin konuşmalarını sabit bir noktaya bakarak dalgın dalgın dinlerken, çivi sözü beni bu dalgınlığımdan söküp atmıştı. Çivinin çıkması benim için en büyük müjdeydi. Bayramlığını giyen bir çocuğun duyumsadığı mutluluk gibiydi sevincim. İçimden Komiser Beyin ellerini öpesim geldi. Hoş duygular içerisinde havalara sıçramak üzereydim. Bu sevincimden bir an uzaklaşıp komiserle ilgilenmem gerektiğini düşündüm. Komiserin gerçekten üzüldüğünün farkına varmıştım.
— Önemli değil Komiser Bey, dedim. Siz de haklısınız. Böyle bir çocukla birkaç saat yaşamak bile kolay değil. İzin verirseniz biz artık gidelim.
İzin verilmesini bile beklemeden çocuğumu sırtıma alıp oradan uzaklaştım. Allah insanı güldürmeye görsün; ardı arkası gelirmiş. Bu iki sevinci, yani hem çocuğumuzun bulunmasını hem de çividen kurtulmasını bir an önce eşimle paylaşmak istiyordum. Dünya ne kadar da tatlıymış. Az önce kaldığım nezarethanenin bizim için büyültülmüşü olan şu şehir; şimdi benim için özgürlüklerin sevinçlerin yaşandığı tatlı bir şehir olmuştu. Yapış yapış ter yoktu artık. Sivrisinekler bu mutluluğa kıyabilir mi? Hiçbiri ortalıkta yoktu. Sevincimi böceklere, yılanlara, cardonlara anlatacaktım. Ey uğurböceği senin de günahını almışım. Kuşların cıvıltıları, esen sabah yeli, yaprakların şarkı söylemesi, bu şehri nezarethane yapan kaderimize inat, beni ayakta tutma yarışına girmişlerdi. Hele şu çivi, ayakta tutunmamı daha da perçinlemişti.
Kaderimin yazıldığı defterin bu sayfasının içerisinde kalmayı ne kadar da arzulardım. Ama ne yazık ki her doğan günle birlikte; okunması, yapılması gereken başka bir sayfa mutlaka olacaktı. Bunu en iyi ben biliyordum ve herkesinki gibi bizim de sayfamızın başlığı her gün şöyleydi; “Yine gün başladı!” Ama bizim yanıtımız farklıydı; “Eyvah yine mi gün başladı!”
Otuz metre kadar gidebilmiştim ki komiserin gür sesi caddede yankılandı.
— Beyefendi! Beyefendi! Gelir misiniz?
Şimdiye kadar hiç duymadığım bu ‘Beyefendi’ sözcüğü hem de bir komiser tarafından söylenmesi acılar içinde dahi mutluluğu duyumsamamı sağladı. Yine de kader defterimin bu güzel sayfasını sıkıca korumalıydım. Bir korkuyla içimden; “Eyvah! Ne oldu acaba” dedim. Yanına ürkek adımlarla yaklaştım.
— Beyim! Bakın ben şimdiye kadar babamdan dahi özür dilemedim. Senden özür diliyorum. Beni affet, dedi.
Sonra gözlerindeki belki de çok uzun zamandır sakladığı gözyaşlarını bırakıverdi. Bunca acıya alışık olmama ve gözlerimde çok az kalan gözyaşlarımın kendime, çocuğuma ve ailemin diğer fertlerine saklamam gerektiğini bilmeme karşın benim için ağlayan bu adam karşısında ben de ağlamaya başladım.
— Rica ederim Komiser Bey, dedim. Size hiç kızmadım ki… Üzülmeyiniz! Gerçi ne kadar üzülmeyiniz desem de üzüleceksiniz. Çünkü siz çok duygusal bir insana benziyorsunuz.
— Beyim! Mademki benim üzülmemi istemiyorsunuz; o halde kabul buyurursanız sizi eve kadar arabayla ben götürmek istiyorum. Lütfen beni kırmayınız.
Talih şimdi bizden yanaydı. Benim de talihe yardım etmem gerekiyordu. Kaderimin bu birkaç sayfası belliydi ki güzel yazılmış. Bu yazıların gereğini yerine getirecek kişilere fırsat tanımam gerekiyordu.
— Olur, dedim.
Ekip arabasına binip eve gittik. Komiser Beyle avludan içeriye girdik. Komiserin şaşkın bakışları, yanık kapı ve pencerelerimiz üzerinde kalakaldı. Bir daha soru sormadı. İyi sabahlar deyip ayrıldı.
İki gün sonra evimize kimin gönderdiğini bilemediğim ustalar geldi. Kapı pencerelerimiz değişti, duvarlarımız boyandı. Tuvaletimiz de pis kokusundan arındırıldı. Hayvanat bahçemizin listesinde artık sinekler, böcekler, cardonlar, yılanlar yoktu.
Aradan iki ay kadar geçmişti. Her günkü gibi o gün de işten çıkar çıkmaz eve gidip çocuğa bakma nöbetini devralacaktım. Kapımızın eşikliğindeki bir erkek bir de kadın ayakkabısı karşıladı beni. “Eyvah” dedim içimden “çocuk yine bir şeyler yapmış!” Hiçbir tanıdığım, akrabam bu güne kadar evimin kapısının önünden bile geçmemişti. O halde gelen kimdi?
Ürkek bir şekilde evin kapısını açtım. Kapının öte yanında orta yaşlı bir adam üzerime doğru gelmeye başladı. Aman Tanrım! Ben bu adamı tanıyorum… Tanıyorum da kim? Elleri, ayakları, yüzü hiçbir yeri tanıdık gelmiyordu bu adamın. Ama ben bu adamı tanıyordum. Gözlerine bakmalıyım diye düşündüm birden. Evet, gözlerine bakmalıydım. İşte bu gözler, ömrüm boyunca unutamayacağım gözlerdi. Hani şu önce aksi, daha sonra da puslu gözlerini gözyaşlarıyla dolduran, sonra da ışıklar saçan bizim Komiser Beyindi bu gözler. Gülümsüyordu, elini uzattı… Elini tuttum, öpmeye yeltendim; bırakmadı. Titrek bir şekilde “Hoş geldiniz” diyebildim.
Göz ucuyla odanın içini taradım. Bizim çocukların önünde çeşit çeşit oyuncaklar… Bir köşede de henüz açılmamış hediye paketleri. Giysi paketleriydi belli ki. Ender günlerimizden birini yaşıyorduk ailece. Tüm yüzlerde mutluluk okunuyordu belli belirgin.
—Eşim! dedi bizim Komiser Bey yanındaki bayan için. Sonra gururlu bir tavırla devam etti. Bir şeyler yapmamız gerektiğini düşündük… O geceden sonra iki ay boyunca düşlerimin konuğu oldunuz. Dayanamayıp dün eşime anlattım o geceki yaşadıklarımızı. Eşim de çok etkilendi. Çocuğunuzun özel bir okulda eğitimini üstlenmeye de karar verdik. Tüm bunları bir özür dileme olarak almayınız lütfen!
Birbirimize sarılıp ağlamaya başladık. Odanın içinde sıkışıp kalmış diğerleri de başladı bizimle ağlamaya… Artık mutluluk gözyaşları yanaklarımızda dans ediyordu sevinçten, hem de sınırsızca…
Mehmet Ali Elçin

4 Haziran 2012 Pazartesi

Arbel Grubu Başkan Yardımcısı Arslan ‘’Türkçe Olimpiyatlarında Altın Sponsor olmaktan gururluyuz’’dedi.


Ülkemizde ve Mersin’de ‘’İnsanlık El,Ele’’ sloganıyla yapılacak olan Türkçe Olimpiyatları’nın heyecanı şimdiden had safhada.Eğitime,Spor’a,Sağlığa ve Kültür’e çok ayrı bir değer veren Arbel Şirketler Grubu Başkan Yardımcısı Hasan Arslan’ın görüşlerine baş vuran,Milliyet.blog yazarı arkadaşımız Ahmet Metin Türkoğlu’na şu açıklamalarda bulundu ‘’Türkçe Olimpiyatları, ülkemizin, dünya üzerinde yaşayan ülkelerin halkları ile iktisadi,siyasi ve ekonomik alanlarda en güzel şekilde iş birliği kurmasının göstergesidir.Başta Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül,Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan,Türkiye Büyük Millet Meclis Başkanımız Cemil Çiçek olmak üzere ,tüm emeği geçenlere teşekkür ederken,tarihçesine göz atmakta yarar vardır diye düşünüyorum. Uluslararası Türkçe Olimpiyatları veya eski adıyla Yabancılar İçin Türkçe Yarışması, ilki 2003 yılında yapılan ve tüm dünyadan öğrenci ve öğretmen alanlarında ,katılımcıları bulunan yarışma, Ana dili Türkçe olan ve olmayanlar için farklı yarışma kategorileri bulunmaktadır. Katılımcı öğrenci ve ülke sayısı her geçen yıl artmaktadır. Uluslararası Türkçe Olimpiyatları, bir final niteliğindedir. Finale kadar birçok aşamadan geçilmektedir. Öğrenciler, sınıf ve okul seçmelerinden sonra ülkelerindeki veya bölgelerindeki "Türkçe Olimpiyatları" seçmelerinden geçerek bu olimpiyatlara katılmaya hak kazanmaktadırlar. Bir eğitim yılı boyunca olimpiyatlara yaklaşık 10.000 öğrencinin hazırlandığı düşünülmektedir.
Türkiye’deki finallere katılmaya hak kazanan öğrenciler, ülkelerini Türkçe olarak tanıtan stantlar hazırlayıp ülkesini tanıtmakta ve kültürlerin kaynaşmasına katkıda bulunmaktadırlar. Geleneksel bir keyfiyet kazanan olimpiyatların ödül töreninde her yıl, Türk diline ve kültürüne hizmet eden devlet büyüklerine, siyaset adamlarına, basın yayın, eğitim ve sanat camiası mensuplarına özel hizmet ödülleri verilmektedir’’dedi.

MERSİN SERBEST BÖLGESİ İŞLEM HACMİ ARTIŞINI DEVAM ETTİRİYOR .


2012 ilk 4 ay Ticaret Hacmi bir önceki yıla göre %19 artış gösterdi
Geçtiğimiz yıl ticaret hacmini rekor seviyeye ulaştıran Mersin Serbest Bölgesi, ticaret hacmi artışını 2012 yılında da devam ettirmektedir.
Bölge’de 2011 yılı ilk 5 ay sonunda 1,3 milyar dolar işlem hacmi gerçekleştirilirken, 2012 yılı ilk 5 ayında %19 artışla, ticaret hacmi 1,5 milyar dolara yükselmiştir.


Türkiye Serbest Bölgeleri içerisinde 2. sırada bulunmaktadır.
Mersin Serbest Bölgesi, 2012 yılı ilk 5 ayında gerçekleştirdiği ticaret hacmi sayesinde, Türkiye’de faaliyet gösteren 19 serbest bölge içerisinde 2. sırada yer almaktadır.


%6 istihdam artışı gerçekleşti
2011 yılı Mayıs ayı sonunda 6.473 kişi doğrudan istihdam edilirken, 2012 yılı aynı dönemde Bölge’de faaliyette bulunan ; 331 yerli ve 83 yabancı firma olmak üzere toplam 414 firma bünyesinde istihdam edilen personel sayısı 7.800 kişi oldu. Böylece istihdamda %20 artış gerçekleştirmiş oldu.
Bölgede 7.800 kişi doğrudan istihdam edilirken dolaylı istihdam ile bu rakam yaklaşık 9.500 kişiye ulaşmaktadır. Bölge, tek başına sağladığı çalışma imkânları sayesinde Mersin ili için önemli bir istihdam merkezi konumundadır.


Serbest Bölge liman faaliyetlerinde %25 artış gerçekleşti
Mersin Serbest Bölgesi Limanında 2011 yılı Mayıs sonu itibarıyla 505,909 ton mal işlem görürken 2012 yılı aynı döneminde, %25 artışla, 635.378 ton mal işlem görmüştür.
Edvar Mum
Mersin Serbest Bölge Genel Müdürü