Popüler Yayınlar

28 Mart 2012 Çarşamba

TÜRKİYE YAŞ MEYVE VE SEBZE İHRACATÇILARININ GREENPEACE RAPORUNA CEVABI...



Medyada yer alan ve dünyaca ünlü çevre örgütü Greenpeace'in raporunda , Türkiye'de üretilen biber, armut ve üzümün en tehlikeli ürünler olduğunun ifade edildiği bir takım haberler zor şartlar altında pazar paylarını korumak ve artırmak için mücadele vermekte olan biz ihracatçıları üzmektedir.
Ülkemizde üretilen ve ihracata giden ürünlerin çok büyük kısmı başta Rusya Federasyonu olmak üzere AB ülkelerine satılmaktadır. Bitkileri hastalık ve zararlılardan korumak amacıyla da AB tarafından kullanılmakta olan ilaçların benzerleri kullanılmaktadır. Yani ilaç etken maddeleri, tamamıyla AB’ye uyumlu hale getirilmiştir. Yurt dışına gönderilen ürünlerde özellikle Rusya Federasyonu’nun kalıntı limitlerinin AB ülkelerinin de altında olduğu dikkate alınınca ihracatçı firmalar bu konuda daha hassas davranmak zorunda kalmaktadırlar. İhracatçı aynı zamanda Rusya Federasyonu kalıntı limitleri dışında AB ülkelerinin limitlerine de, hatta büyük alıcı grubunda yer alan marketlerin isteklerine göre de üretim ve ilaç programları uygulamak durumundadır. İşte bu kontrolün sağlanması ve izlenebilirliğin geliştirilmesi amacıyla ihracatçı tarafından satın alınacak ürünlerde, iyi tarım uygulamaları ve GLOBALGAP koşulları gözetilmektedir. Bu ürünlerin çoğu da çeşitli aşamalarda analize tabi tutulmaktadır.
Habere konu olan ürünler Avrupa Birliği’nin 25/01/2010 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olan 669/2009/EC sayılı Komisyon Yönetmeliği kapsamında yer alan ve ülkemiz için AB giriş kapısı konumunda bulunan Bulgaristan’da % 10 sıklıkla kontrole tabi tutulan ürünlerdir. Söz konusu uygulamalar, Bulgaristan’ın alt yapı eksiklikleri nedeniyle 12 Nisan 2010 tarihinde başlamıştır.
AB Resmi Gazetesi’nde yayımlanan ve 669/2009 sayılı Yönetmeliğin EK – 1 listesinde değişiklik öngören 433/2011 sayılı Komisyon Yönetmeliği ile ülkemiz AB ülkelerine ihracatında alınan hızlı alarm bildirimleri göz önünde bulundurularak ülkemiz menşeli KABAK VE ARMUT ile tatlı biberler (07.10.80.51 ve 07.09.60.10 G.T.IP numaralı biber çeşitleri) haricindeki biberler, 669/2009 sayılı Yönetmelik kapsamından çıkarılmıştır.
Halen Yönetmelik kapsamında bulunan domates ve bazı biber çeşitleri için de alınan önlemlerle geri bildirim miktarının azalması ile bu kontrollerde eskiye oranla daha esnek olunmaya başlanmıştır.
Son 6 yıldır süregelmekte olan Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı ve İhracatçı Birliklerinin koordineli çalışmaları neticesinde, gerek yapılan eğitim çalışmaları ile üreticilerimizin bilinçlendirilmesi gerekse izlenebilirlik sisteminin uygulanması ve hukuksal yapının düzenlenmesi sayesinde ülkemizdeki ilaç kalıntısı seviyeleri asgari düzeye indirilmiştir. Yukarıda verilen örnekler de yapılan çalışmaların etkinliğini ortaya koymaktadır.
Dönem dönemrakip ülkeler,pazar paylarını artırmak amacıyla, ülkemiz ürünlerinin kalıntı sorunları yaşadığına ilişkin kasıtlı ve asılsız açıklamalarla ülkemiz adına çeşitli karalama kampanyaları düzenlemektedirler. Söz konusu durumdan nemalanabilecek çeşitli çevreler de söz konusu karalama kampanyalarına destek vermektedir.
Greenpeace tarafından 2009-2010 yıllarında yapılan incelemeye ilişkin bir raporun, Türk tarım ürünleri ihracatının yükselişe geçtiği, uluslararası pazarlarda rekabet gücü elde ettiği ve önemli rakip ülkeler açısından tehdit oluşturduğu bir dönemde gündeme getirilmesinin da ayrıca anlamlı olduğunu belirtmek isteriz.
Ancak, yukarıda da bahsettiğimiz gibi sektörümüzün bu konuda herhangi bir sıkıntısı kalmamıştır. İhracatçılar olarak, üreticilerimizle beraber özveri ile çalışmaya ve ülkemizin 2023 ihracat hedefine ulaşması için üzerimize düşen görevleri layıkıyla yerine getirmek için elimizden geleni yapmaya devam edeceğimizi ifade etmek isteriz.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

26 Mart 2012 Pazartesi

Hacı Ayşe Arslan,Vefatının 3.Yılında dualarla anılacak.


Dünya Bakliyat Devi Arbel Şirketler Grubu Başkanı Mahmut Arslan,Başkan Yardımcısı Hasan Arslan ve Yönetim Kurlu üyeleri Hüseyin,Ali Arslan'ın hayır sever Anneleri Hacı Ayşe Arslan,ölümünün 3.Yıl dönümünde dualarla anılacak.
Arbel Şirketler Grubu Yöneticileri 8 Nisan tarihinde yapılacak anma ile ilgili olarak duyuruda bulundular.
Merhumeye Nur içinde yatsın diyoruz.
ANNEMİZ
HACI AYŞE ARSLAN’IN
08.04.2012 TARİHİNDE SAAT 11.00’DE VİRANŞEHİR
HACI AYŞE ARSLAN
CAMİİ’NDEKİ YEMEKLİ MEVLİDİNE TÜM DOSTLARIMIZ DAVETLİDİR…
Mahmut-Hasan-Hüseyin-Ali Arslan


Ahmet Metin Türkoğlu

Dünya Su Günü ve Mersin'in Gururu Aleyna Soğan....




Çevre,Orman ve Su Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu, ''22 Mart Dünya Su Günü'' dolayısıyla DSİ Genel Müdürlüğünde düzenlenen etkinliğe iştirak etti.Ankara Ticaret Odası Konferans Salonunda gerçekleştirilen etkinliğe DSİ Genel Müdürü Akif Özkaldı,Genel Müdür Yardımcıları Güven Karaçuha,Cüneyt Gerek,Ömer Özdemir ve Döndü Tatlıdil'in yanı sıra protokol mensupları,yarışamaya katılanların aileleri ve seçkin konuklar katılarak ayrı bir renk kattılar.


Prof. Dr. Veysel Eroğlu burada yaptığı konuşmada, su olmadan hayatın olamayacağını belirterek, dünyanın ve insanın dörtte üçünün sudan oluştuğunu söyledi.

Dünyadaki suyun yüzde 97,5'inin tuzlu, yüzde 2,5'inin tatlı su olduğuna oduğunu, tatlı suyun bir kısmının da buzullarda bulunduğunu ifade eden Prof. Dr. Eroğlu, ''Dolayısıyla kullanabileceğimiz tatlı su miktarı çok az. Bu suyu çok iyi korumamız, kirletmememiz, tasarruflu kullanmamız gerekir. Bu olmazsa olmaz'' diye konuştu.

Şehirlere sağlıklı ve yeterli su verilmediği zaman salgın hastalıklarortaya çıktığına dikkati çeken Çevre ve Orman Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu, Dünya Sağlık Örgütü'ne göre salgın hastalıkların yüzde 90'ının sudan geçen hastalıklar olduğunu belirtti.
Susuzluğun psikolojik rahatsızlıklara, bit salgınına ve suyun taşınması sebebiyle bel fıtığına bile neden olduğunu dile getiren Prof. Dr. Veysel Eroğlu, şöyle devam etti:

''Su verilmesinin yatırım maliyeti su verilmemesinin faturasından çok daha düşüktür. Bunu İstanbul'da hesap ettim. Geçmişte su verilmemesinden dolayı İstanbul'da 650 bin adet depo yapılmış. Her birinin maliyeti o zamanın parasıyla 20 milyar idi. 650 çarpı 20 milyar, o zamanki parayla 13 katrilyon eder. 13 katrilyon sadece deponun maliyeti. Halbuki biz İstanbul'daki bütün su meselesini 2040 yılına kadar 3-3,5 katrilyona hallettik.''

Her İki Kişiden Birisi Bizim Getirdiğimiz Suyu İçiyor

Prof. Dr. Eroğlu, eskiden DSİ'nin nüfusu 100 binden büyük illere su götürmek ile mükellef olduğunu, ancak yapılan düzenleme ile DSİ'nin bütün belediyelere hizmet vermekle mükellef hale getirildiğini söyledi.

1950'li yıllarda Siirt'i başka bir yere taşımanın, Siirt'e su götürmekten daha ucuz olduğunun söylendiğini belirten Çevre ve Orman Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu, yapılan çalışmalar ile Siirt'in su sorununun çözüldüğünü ifade etti.

Yerleşim yerlerinin altyapı sorunları olduğuna işaret eden Prof. Dr. Veysel Eroğlu, şöyle konuştu:

''Biz suyu şehrin deposuna kadar getiriyoruz. Burada sayın belediye başkanlarına şunu özellikle ifade etmek istiyorum. Suyu getirdikten sonra şehir içindeki dağıtımı, ana dağıtım hatları, şebeke, su kumanda sisteminin en mükemmel şekilde yapılaması lazım. Ben İSKİ Genel Müdürü olmadan önce İstanbul'daki su kaybı yüzde 65 idi. Bu gerçekten kabul edilemez. Şu anda pek çok şehrimizdeki su kayıpları ortalama yüzde 50 civarında. Ben belediye başkanlarından şunu rica ediyorum, festivallerle falan uğraşacaklarına, otursunlar sağlıklı bir altyapıyı tesis etsinler diyorum. Biz de bakanlık olarak, hükümet olarak her türlü desteği vermeye hazırız. Şehrin şebekesinin sağlıklı olması lazım.''

Prof. Dr. Eroğlu, hükümetleri döneminde 33 milyon kişinin ihtiyacını karşılayacak suyu getirdiklerini belirterek, ''Her iki kişiden birisi bizim getirdiğimiz suyu içmektedir, kullanmaktadır'' dedi.

Türkiye'deki her üç ampulden birinin DSİ'nin sağladığı temiz, yenilenebilir, en ucuz ve en temiz enerji kaynağı olan hidroelektrik enerji kaynağından sağlandığına işaret eden Çevre ve Orman Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu, Türkiye'nin baraj, gölet ve hidroelektrik santrali yapmaya mecbur olduğunu, bunların ''keyif için yapılmadığını'' ifa
Türkiye'de Barajların ve Göletlerin Yapılmasının Zaruret

Türkiye'de barajların ve göletlerin yapılmasının zaruret, coğrafi ve teknik bir mecburiyet olduğunu belirten Prof. Dr. Veysel Eroğlu, baraj ve gölet yapılmazsa şehirlere ve sanayiye su verilemeyeceğini söyleyerek şöyle devam etti:

''Lütfen aklımızı başımıza alalım. Bazı tuzu kuru kişiler işin havasında, bunu özellikle vurgulamak istiyorum. Hidroelektrik santraller en ucuz, en çevreci, en emin yenilenebilir bir enerji kaynağıdır. Bundan istifade etmemek tamamen akılsızlıktır. Çevreye hiçbir zararı yoktur. Bir köye götürülen yol inşaatı kadar çevreye mahzuru yoktur. Ama nedense enerjiyle alakalı bazı kurum ve kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları halkı galeyana getiriyorlar.
de etti.
Enerjide çeşitliliği, arz güvenliğini, ucuz enerji teminini, yerli kaynakları harekete geçirmezsek dışarıya bağımlı oluruz. Zaten enerjide yüzde 73 oranında dışarıya bağımlıyız. Kalkıp bunları da feda edersek, tamamen bağlı oluruz. Türkiye'nin bunu kaldıracak durumu da yoktur. O bakımdan hidroelektrik enerji kaynaklarımızı, potansiyelimizi kullanmaya devam edeceğiz. Bu konuda DSİ'ye önemli görevler düşüyor. Bilhassa bölge müdürlerimizin vatandaşları ziyaret etmesi gerekir. Bazıları diyor ki, hidroelektrik santrallerinden geçen su zehirli olurmuş, bütün fındıkları kuruturmuş. Ele değse bile yakarmış. Asitikmiş... Bunlar saçma sapan şeyler. Benim bölge müdürüm, şube müdürüm, mühendisin vatandaşa bunun, un öğüten değirmenden farklı olmadığını, nehirdeki can suyunun asla kesilmeyeceğini, bunu garanti ettiğini, uymayanlara çok büyük ceza verildiğini söylemesi gerekir.''

Doğu Karadeniz bölgesinde yağışların 50 yıl içinde yüzde 20 oranında artacağını, anlık yağışların meydana geleceğini belirten Çevre ve Orman Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu, bunun sel demek olduğuna işaret etti.
Çevre ve Orman Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu, konuşmasının ardından DSİ Genel Müdürlüğü tarafından ''22 Mart Dünya Su Günü'' sebebiyle düzenlenen afiş, fotoğraf, komposizyon ve resim yarışmalarında dereceye girenlere plaket ve ödüllerini verdi.
Mersin'in gururu Toros Koleji öğrencisi ve Resimde Türkiye İkincisi olan Aleyna Soğan'ın ödülünü Bakan Eroğlu takdim etti ve Soğan'ın resimlerini inceledi.

15 Mart 2012 Perşembe

Mersin Hilton’da,Türkiye Bayanlar Briç Turnuvası Başladı.





15-18 Mart 2012 tarihleri arasında Mersin Hilton Otel’inde düzenlenecek olan ‘’Türkiye Kış Kadınlar Briç Takım Şampiyonası’’ çok heyecanlı bir şekilde start aldı.Türkiye Briç Federasyonu Başkanı Dr. Serhan Antalyalı, turnuvaya seksen bir ilden katılan,seksen yedi sporcuya iyi bir ev sahipliği örneği sergiledi.
Mersin Hilton Otel’de 10.30-11.30 saatleri arasında yapılan kayıt işlemlerinin ardından,verilen öğlen yemeğinden sonra turnuvanın ilk karşılaşması saat 13.50’de tamamlandı.Turnuvaya A grubunda şu takımlar katıldı:Mersin/Mersin,İzmir BŞB/İzmir,Galatasaray/İstanbul,Kızıklı/İstanbul,Kardeş/Muğla,North Star/Ankara,Şirin/Ankara,Angora/Ankara; B grubunda Likom/Ankara, Nilüfer Belediye Spor/ Ankara,Kökten/ İstanbul,Erk/ Ankara, Karaçay/ Ankara, Hoşgörü Gold/ İstanbul, Sell/ Hatay, Akdeniz/Adana şeklinde ilk gün karşılaşması saat 20.50’de tamamlandı.
Konu ile ilgili olarak Milliyet.blog yazarı arkadaşımız Ahmet Metin Türkoğlu’na kısa açıklamada bulunan, federasyon yetkilisi Rahmi İyilikçi şunları söyledi ‘’ Turnuvamız ilk günden büyük bir heyecan ve coşku ile başladı.İki grupta 4’er takım halinde yarışacak olan sporcularımız, önce çeyrek finale yükselecek, sonra yarı finale yükselecek ve daha sonra şampiyon takımımız belirlenecek.Yarı final ve final maçları www.bridgebasponline.com internet sitemizden canlı olarak yayınlanacak.Turnuva 18 mart Pazar günü ödül töreni ile son bulacaktır’’ dedi.
Ahmet Metin Türkoğlu

MTB Başkanı Abdullah Özdemir'den Şok Açıklama...


Bir basın açıklaması yapan Mersin Ticaret Borsası Başkanı Abdullah Özdemir” Sosyal Güvenlik Kurumu’nun Bağ-Kur Kesintisi olarak bilinen tevkifat oranını yüzde 1’den yüzde 5’e yükseltmesinin üretici ve tüccarlarda tedirginlik yarattığını söyledi.
Üreticinin, tüccara sattığı ürün bedelinin yüzde 5 gibi fahiş bir oranının, SGK tarafından üreticilerin muhtemel (kesinleşmemiş) prim borçlarına mahsuben alınmak istenmesinin tarımsal ürün ticareti üzerinde son derece olumsuz etkileri olacağını belirten Özdemir, “umarız yetkililer bu yanlış uygulamaya bir an önce son verirler” dedi.
Tarımsal ürünlerin alım-satımında zirai stopaj vergisinin yüzde 2, KDV oranının genellikle yüzde 1 olduğu düşünüldüğünde, SGK Prim Kesintisinin yüzde 5 olarak belirlenmesine anlam veremediklerini söyleyen Özdemir, tarım gibi hassas bir sektörde SGK Kesintilerine yüzde 400 oranında korkunç bir zam yapılmasının, kayıtdışı ticareti artırmaktan başka bir işe yaramayacağını vurguladı.
SGK tarafından yapılmak istenen bu uygulamanın duyulmaya başlanması ile birlikte hem üretici hem de tüccarlar arasında büyük bir tedirginlik oluştuğuna değinen Özdemir, bu uygulamaya devam edilmesi halinde;
• Üreticiler ile tüccarlar arasında sıkıntılar yaşanacağının,
• Kayıt dışı ticaretin patlayacağının,
• Tarımsal ürün fiyatlarının otomatik olarak yüzde 5 oranında yükseleceğini, bundan dolayı da enflasyon canavarının tekrar harekete geçeceğinin,
• Tarımsal ürün fiyatlarının artması nedeniyle, ihracatın olumsuz etkileneceğinin
altını çizdi.
Tarımsal üretim, sanayi ve ihracatta önemli bir merkez olan Mersin’in bu uygulamadan büyük zarar göreceğine dikkati çeken Özdemir, “biz Mersin Ticaret Borsası olarak, bu yanlış uygulamaya son verilmesi için ilgililer nezdinde gerekli girişimleri başlattık.” dedi.
Ahmet Metin Türkoğlu

13 Mart 2012 Salı

Arbel Grubu Başkan Yardımcısı Arslan'dan 14 Mart Kutlaması..


Dünya Devi,Arbel Şirketler Grubu Başkan Yardımcısı Hasan Arslan;Toplumsal konulara olan duyarlılığı ve sosyal faaliyetleri ile kamuoyunda göz dolduruyor.14 Mart Tıp Bayramı nedeni ile Milliyet.blog Yazarı arkadaşımız Ahmet Metin Türkoğlu'na haftanın anlamına dair açıklamalarda bulundu.
İnsan sağlığının önemine dikkat çeken Arbel Grubu Başkan Yardımcısı Arslan şunları söyledi ''Öncelikle konunun tarihçesini ele alalım.
Tıbbın ilk insanla birlikte başladığı söylense de, genelde kabul görmüş olan ilk tıp büyüğü Aesculapius’dur. Kendisinden ilk kez İlyada’da Homeros bahsetmiştir: “Çağır Asklepios oğlunu, kusursuz hekimi” demektedir. Önce Zeus’un gazabıyla yıldırım çarpmasıyla öldürülen Asklepios daha sonra yine Zeus tarafından tıp tanrısı olarak ilan edilir.
Tıp amblemlerinde yer eden, temeli doğu kültürüne dayanan ve tarihi M.Ö. 3000’ lere uzanan yılan figürü de, Asklepios ve O’nun asası ile bütünleşmiştir. Hatta Asklepios sözcüğünün grekçe “Askalabos” sözcüğünden geldiği söylenir ki, bu da yılan anlamına gelir. Ve Asklepios’un şifa veren gücünü yılandan aldığı, halkın da adaklarını Asklepios’a değil de bu yılana sunduğu söylenir. Öyle ya da böyle, yılanlı asası ile Asklepios tıp tarihinin önemli dönemeçlerinden birini tutan bir sembol olarak yerini almıştır.
Mitolojiden öte, yaşadığı kesin olarak bilinen ve hizmetleri sonucu tıbbın babası olarak kabul gören ise Hippocrates olmuştur. M.Ö. 460-450 yılları arasında Kos adasında doğan ve babası da doktor olan Hipokrat’ın tıbba katkıları ve getirdiği felsefe dünya tıp çevrelerince hâlâ kabul görür ve bu sebeple bir çok ülkede hekimler mezun olurken “Hipokrat Andı” adı altında meslek yemini ederler.

Osmanlı tıbbı 15. ve 16. yüzyıllara kadar İslam tıbbının etkisi altında kalmıştır. 14. yüzyılda İtalya’da başlayan Rönesans 15. ve 16. yüzyıllarda bütün Avrupa’ya yayılmış, tıp alanında da birçok buluş ve ilerlemeler kaydedilmiştir. Osmanlı’da ise 17. yüzyıldan itibaren her sahada ortaya çıkan bozulmalar tıp eğitiminde de kendini göstermiş ve tıp medreseleri eskisi kadar yeni bilgilerle donatılmış hekim yetiştiremez olmuştur.


.
Aynı bina içinde Tıphane ve Cerrahhane eğitimlerini ayrı ayrı yapılıyordu. Tıp eğitimi batıda olduğu gibi dört yıldı. Son sınıfta hocalar tarafından usta ve yetenekli olanlar tespit edilerek sınava alınır ve başarılı olanlar askeri hastanelere veya ordunun tabur alaylarına muavin tabip unvanı ile tayin edilirdi. Orada bir hekimin gözetiminde birkaç sene çalışıp deneyim kazandıktan sonra da serbest hekim oluyorlardı.
Tıphane-i Amire 1827’den 1836’ya kadar Şehzadebaşı’ndaki Tulumbacıbaşı Konağında gündüz eğitimi yaptı. 1836 yılında Sarayburnu’ndaki Askeri Kışla’ya (Otlukçu Kışlası’na) taşındı. Ayrı binada eğitim gören Cerrahhane de burada tıp eğitimi ile birleşip, eğitim yatılı hale getirildi. Bu binanın yetersiz hale gelmesi ile Galatasaray’daki Enderun ağaları okulu tekrar elden geçirilip düzenlenmiş ve Tıbbiye 1839’da Galatasaray’a taşınmıştır. Bu okula Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane adı verilmiştir.
Bu okulun 17 Şubat 1839’da açılışı Sultan II. Mahmut tarafından yapılmış ve eğitiminde yeni düzenlemeler getirilmiştir. Eğitim dili Fransızca’dır. Eğitim dilinin Fransızca olması zamanla hekim sayısında azalmaya yol açmıştır.
Nitekim 1867 yılında Türkçe tıp eğitimi yapan Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye (Sivil Tıp Mektebi) açılmış, 1870 yılında da askeri tıp okulunda dersler Türkçeleşmiştir. Mektep 1878 yılında şimdiki Sirkeci Tren İstasyonu yanındaki Demirkapı Askeri Kışlası’na taşındı ve 1894 yılında Sultan II. Abdülhamit’in emriyle Haydarpaşa’daki Tıbbiye Binası inşa edilmeye başlandı. Bu görkemli binaya 6 Kasım 1903’te taşınıldı. Önce Askeri Tıbbiye sonra, Sivil Tıbbiye taşındı ve 1909 yılında iki mektep birleştirerek Darülfünun Tıp Fakültesi oldu.



İlk tıp bayramı 1. Dünya savaşı sonunda, 14 Mart 1919’da, işgal altındaki İstanbul’da yabancı işgal kuvvetlerine karşı tıp öğrencilerinin bir tepkisi olarak 1919 yılında kutlandı. Tepkilerini bu şekilde dile getirmeye çalışan öğrencilerin bu törenine Dr.Fevzi Paşa, Dr.Besim Ömer Paşa, Dr.Akil Muhtar (Özden) gibi dönemin ünlü hocaları da katılmıştır.

1933’de “Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane” İstanbul Üniversitesi’ne dahil olmuş. Peşinden de 1945’te Ankara Tıp Fakültesi, 1954’te Ege Tıp Fakültesi kurulmuştur.
Günümüze kadar gelen bu “14 Mart Tıp Bayramı” kutlamaları, artık içinde bulunduğu haftayı da kapsayacak şekilde önceleri “Sağlık Haftası” ve daha sonra “14 Mart Tıp Haftası” olarak kutlanmaktadır.
İnsan sağlığının önemini Cihan Padişahı Kanuni Sultan Süleyman şu sözlerle ifade etmiştir 'halk icinde muteber bir nesne yok devlet gibi ,
olmaya devlet cihanda bir nefes sihhat gibi ''Sağlık olmasa başarı olmaz, bu vesile ile tüm hekimlerimizin ve sağlık camiasının 14 Mart gününü en içten dileklerimle kutluyorum'' dedi.

5 Mart 2012 Pazartesi

Arbel Grubu Başkan Yardımcısı Arslan; ‘’Onlar sadece 8 Mart’ta değil, her zaman hatırlanmalı’’ dedi.



Dünya Bakliyat devi, Mersin markası Arbel Şirketler Grubu Başkan Yardımcısı Hasan Arslan; 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla bayan çalışanları ile bir araya gelerek emeğe verilen değerin önemine bir kez daha dikkat çekti. Manevi değerlere önem veren Arslan ailesinin bir ferdi olarak, şirketler grubunun kurucusu merhum baba İbrahim Arslan ve en büyük destekçisi merhum anne Ayşe Arslan’dan almış oldukları terbiyeyi yaşamın her alanında hayata geçiren Hasan Arslan; Arkadaşımız Milliyet.blog yazarı Ahmet Metin Türkoğlu’na yapmış olduğu açıklamada şunları söyledi ‘’ Kadının toplum yaşamındaki önemi tüm dünyada İslamiyetle büyük önem kazanmıştır.İlk çağlarda ve Ortaçağ’da bir hükmü olmayan kadın tüm dünyada yakınçağ ve yeniçağla büyük önem kazanmıştır. 8 Mart1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 10.000'i aşkın kişi katıldı.
26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Internationaler Frauentag" (International Women's Day - Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.
İlk yıllarda belli bir tarih saptanmamıştı fakat her zaman ilkbaharda anılıyordu. Tarihin 8 Mart olarak saptanışı 1921'de Moskova'da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı'nda gerçekleşti. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yılları arasında bazı ülkelerde anılması yasaklanan Dünya Kadınlar Günü, 1960'lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri'nde de anmaya başlanmasıyla daha güçlü bir şekilde gündeme geldi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını kabul etti. Birleşmiş Milletler'in sitesinde günün tarihine ilişkin bölümde, kutlamanın New York'ta ölen işçilerin anısına yapıldığı yazılmamıştır.
Türkiye'de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılında ve onu izleyen yıllarda daha yaygın, ve yığınsal olarak kutlandı, kapalı mekanlardan sokaklara taşındı. "Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı" programından Türkiye'nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında "Türkiye 1975 Kadın Yılı" kongresi yapıldı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi'nden sonra dört yıl süreyle herhangi bir kutlama yapılmadı. 1984'ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından "Dünya Kadınlar Günü" kutlanmaya devam etmektedir.Bir kaç gün önceden personelimizle bir araya gelerek erken kutlama yaptık.Bence kadınlarımız baş tacı olarak unutulmamalı.Sadece 8 Mart ve Anneler Günü’nde hatırlanmamalıdır’’dedi.

3 Mart 2012 Cumartesi

Toros Koleji 8.sınıf Öğrencisi Aleyna Soğan;Ülkemizin Gururu…


22 Mart Su Günü nedeniyle düzenlenen ‘’ Su ve Gıda Güvenliği’’ konulu resim yarışmasında önce Mersin İl Birincisi daha sonra Bölge Birincisi ve daha sonra Türkiye İkincisi olan Mersin Özel Toros Koleji 8.sınıf öğrencisi Aleyna Soğan yaptığı çalışmalar ve özgün eseri ile ülkemizin haklı gururu oldu.
Öğrencinin babası Ardıç Turizm Seyahat Şirketler Grubu yöneticisi İş adamı Osman Soğan ‘’Böylesine anlamlı bir çalışma ile tüm insanların dikkatlerini su kullanımına dikkat çeken kızımız Aleyna ile gurur duyuyoruz.Allah başarılarını daim etsin’’ dedi.

Ahmet Metin Türkoğlu
Araştırmacı-Gazeteci-Yazar

1 Mart 2012 Perşembe

Samsun Canik İlçe Emniyeti, Hırsızlara Göz Açtırmıyor


Samsun’un Canik İlçesi Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı Asayiş Şube Hırsızlık Masası ve Araştırma Ekipleri yaptıkları çalışmalarla hırsızların adeta korkulu rüyası haline geldi.
Canik İlçesi halkının huzur ve güvenliği için gece ve gündüz demeden can siparene çalışmalarını başta İlçe Emniyet Müdürü Ahmet Baysal olmak üzere şube müdürleri,kısım amirleri ve teşkilat mensupları ile sürdüren Canik İlçe Emniyeti yine alkışlanacak bir başarıya imza attı.
Samsun'da 15 ayrı işyerinden hırsızlık yaptıkları iddia edilen 3 şüpheli, polisin takibi sonucu yakalandı.

Edinilen bilgiye göre, Canik ilçesinin Yeni Mahalle Gülsan Sanayi Sitesi ile Eski Sanayi Sitesi'nde 3 ay içinde 15 ayrı işyerinden hırsızlık yaptıkları iddia edilen S.K.(19), T.K.(20) ve R.A.(21), Canik İlçe Emniyet Müdürlüğü Araştırma ekiplerinin takibi sonucu yakalanarak gözaltına alındı.
R.A.'nın Kars'ta vatani görevini yaparken izinli olarak Samsun'a geldiği öğrenildi. R.A. Merkez Komutanlığı ekiplerine, S.K. ve T.K. ise Irmak Polis Merkezi'ne teslim edildi. Sorguları tamamlanan 3 kişi, çıkarıldıkları nöbetçi mahkeme tarafından akşam saatlerinde tutuklanarak Samsun Kapalı Cezaevi'ne gönderildi.